Friday 5 October 2012

Kursa basladim!

Okumayi, ogrenmeyi severim, hayatta sanirim herseye bir "ogrenme" amaciyla atladim. Bilmedigim artik bildigim olsun, bildigimi de daha nasil artiririm diye baktim hep isime, hayatima. Fark ettim ki bir suredir kendimi tatmin edecek bir ogrenme aktivitesine girmedim, harekete gecmeye karar verdim. Kisisel veya profesyonel konularda olan bir suru kisa program var burada, onlardan birine yazildim. 

Izlenimlere gecmeden once kursun konusu hakkinda biraz ayrinti vereyim. Aslinda bir bilim dalina ait ama iste isin biraz "soft skills", bazi kisiler icin"touchy-feely" alanlara kacabilen bir konuda. Ama oyle cok "cicek, bocek, kalp, pembe, mor, gunes, tarcin, yeni yikanmis camasir, firindan cikmis kurabiye" silsilesinde degil. Bayagi, Harvad'da okutulan, cok da talep goren bir alanda. Dersim var, koskoca literatur var vb. Neyse, baslayalim: 

Elbette ki ben burada derste ne ogrendigimi anlatmayacagim, neler/kimleri gordugumu anlatacagim.

Ilk adimda herkes kendini tanitiyor veya yaninda oturan seni, sen de onu tanitiyorsun. Ay sekerim, herkes super artistik, resimler yapiliyor, heykeller yaratiliyor, herkes yuzlerce dil konusuyor, herkes cok yetenekli, herkes cok icten ve guvenilir ve herkes bir Jaime Oliver, bir Ferran Adria.. oyle guzel yemek yapiyorlar yani...

Herkes ayni zamanda cok buyuk bir "problem solver", e o zaman neden dunyamizda problemler bitmiyo? Hadi lokalsiniz diyelim, neden bu ulkenin problemleri bitmiyor? Daha da mikro olcekte, neden hala psikologlar/psikiyatrlar acayip paralar kazaniyor ve randevu almak cok zor? Demek ki yeterince problem cozulmemis mi acep?

Derler, "insani tipi ile yargilama" diye ama yani belirli tipler de hemen belli oluyor. Anlasilan kendisi "City Boy", burada City'de calisan cevval bankaci, buyuk ihtimal investment banker. Ogretmen daha kursun basinda anlatti "Bu kursun resmi bir sinavi yok, isterseniz sunum yaparsiniz, size odev verecegim ve onlari ben degerlendirecegim. Hersey benim ve birey ogrenci arasinda kalacak." diye. Kurs aslinda kisinin hayatini iyilestirmeye calisiyor, negatifler degil, pozitiflere odaklanarak. Neymis efendim, nasil olcecekmisiz basarimizi?? Senin bu kafayla, boyle bir kursta anlatilanlardan "haaa.. hakikaten belki de durup nefes almak lazim" diye akilcagizina bir soru geliyorsa, zaten sinif birincisi olursun. Madalyani da sovalye unvanli bolum dekanindan aliriz. 

Bir de herkes cok cevval! Daha 35. dakika "ama yani, ben bu argumana katilmiyorum cunku blah blah blah....". Ahhh evet, neredeydin sen? Biz de koskoca adamin 15 yilda yarattigi, Harvard'larda kursu kurdugu, Dalai Lamalar'la konustugu, teoriler yarattigi, ustune ustluk bunu bilim alemine kabul ettirmek icin de yillarca ugrastigi dali senin gibi bir aslan ciksin da elestirsin diye bekliyorduk! Oh, sonunda ciktin karsimiza, rahatladik! 

Dersi cok efsanevi birinin yillar once yaptigi bir konusmayi izleyerek bitirdik, gercekten cok costurucuydu: I have a dream! 

Haftaya ders yok, ondan sonra var, maceralara o zaman devam! 


Tuesday 15 May 2012

Neden, ooooo bebek, neden????

Neden benim bu memleketteki ayakkabi/bot seceneklerim %90 hava durumuna uymuyor?? Neden, nedennn???!!!
Hadi buraya ilk tasindigimda “tropikal ulke”den geldigim icin gerekli ekipmanlarim (kalin kiyafet, yun pantalon, iclik (!), cizme, bot…) yoktu. Sonradan tamamladik…. Ve de guzelim tiril kiyafetlerim Istanbul’a gitti, hani bir gun olur da yazin gittigimde giyerim cicilerimi diye… Zaman icinde elbette ki bir disi olarak gerekli ayakkabi, terlik, bot, cizme alisverislerini yaptim ama neden aldigim hicbirseyi gerekli oldugunda giyemiyorum ben?! Neden?
Yine birgun hava soguk ama kar yok, disari ciktik iki dírhem bir cekirdek. Elbette ki yukssseeeeeekkkcene topuklu kadife cicilerim var ayagimda. Yedik, ictik, eglendik. Hesabi istememizle gelmesi arasinda gecen sure icinde kar yagdi. Arabaya binmemiz ve eve gitmemiz (20 dakika gibi bir sure), pardon gidemememiz, arasinda kar costu ve biz yolda kaldik. Yokusta biraktik arabamizi, eve yuruyerek 10 dakika mesafe ve benim o yuce daglar gibi topuklarim… Nasil yurudum, neler yasadim, dustum mu kalktim mi, dusme hamlelerinde “aman kocam dusmesin” diye onu birakip serbest dalis mi yaptim, anlatmiyorum. Kaslarima, dizlerime, belime saglik! Eve vardigimizda buyrun pabuclarim:
Sadece 1 gun hatirliyorum, o gun iste botlarimi giymistim ve de nasil bir yagmura yakalanmistim…. Yagmur yagdigina ve soguga belki ilk defa kizmadim, botlarimla mutlu mesut sipir sipir sulara girdim ciktim. Mutluydum! Elbette ki ofise geldigimde artik “terliklerim” diye adlandirdigim ayakkabilarimi giyiverdim, bir kadin her zaman zarif olmali, ceylan gibi sekmelidir. Evet, ofiste ayakkabi tutuyorum ve ofise girdigimde hemen sanki eve gelmis de terliklerimi giyer gibi cici ayakkabilarimi giyiyorum. E bazilari ofiste ayakkabilarini cikarip corapla takiliyor, ben neden cicilerimi giymeyeyim? Tuylu topuklu terlik gibi dusunun!

Monday 13 February 2012

Pazartesi "jimlastik" gunu

Pazartesi "jimlastik" gunu! 
Haftarasi spora gitmeye calisiyorum ama genelde is cikisi rakamlar ve fazla istihbarattan dolayi kazan gibi oldugu icin, ah, ve de su siralar havalar medeniyetsiz bir sekilde soguk oldugu icin tipis tipis sicak evime kosuyorum. 


Bugun isten vakitlice ciktim, eve girip cantami, paltomu ve ivir zivirlarimi itinali bir sekilde saga sola sactiktan sonra (yasasin ev dagitma!!!) dogru jimlastik salonuna (biliyorum, dogrusu "cimnastik" ama hosuma gidiyor. Ayrica cimnastik salonu demek ne kadar dogru? Spor salonu, hadi cok ozendik yabanci dile "gym" olsun! Bu arada, Turkce disinda, Inglizce'nin kendisine bu kadar nufuz ettigi bir dil daha var midir? Meraktayim!)


Neyse, olay mahaline geldim, bir de ne goreyim, hanimlar saldirmis (ah, evet, bazilariniz biliyor ben "hanimlar jimlastik salonuna" gidiyorum. Evimize en yakini o oldugu icin onu sectik, zaten ben sonuc odakli biri oldugum icin, karisikmis, tek cinsmis, iki cinsmis benim icin hiiiic fark etmez.) Ne diyordum? Hah, hanimlar isgal etmisler! Ne soyunma odasinda dolap var, ne de kosu bandi bos... 


Uzerimi cabucanak (!) degistirdikten ve uzerimdeki her pofuduk malzemeyi minik cantama tiktiktan sonra atladim bir kosu bandina (daha dogrusu cross trainer, adini bilmiyorum Turkce'de). Tingir mingir tempomu tutturduktan sonra saga sola bakmaya basladim, neden cunku- muzik de olsa, onumde televizyon da olsa, sikiliyorum ben!!! Hemcinslerime baktim ve cikarimlarim: 


1) Pazartesi, vicdan gunu, bir nevi gunah cikarma gunu. Haftasonu yenilen guzel yemekler, tatlilar, icilen ickiler ve hupletilen abur cuburlarin ter halinde vucuttan atilmasi torenleri yapiliyor, ta ki bir dahaki haftaya kadar. Aman, bu hafta Sevgililer Gunu de var, ekstra gitsin yaglar, topaklar! 


2) Kosu bandinda, umutsuzuz! Hayattan bezme noktamiz kosu bandi, tarifsiz iskenceler besigi kosu bandi! 


3) Elimize agirliklari aldigimiz zaman..... iste o zaman.... hersey degisiyor. Rocky bir, biz ikinciyiz. Brigitte Nielsen guclugulunun yaninda Grace Kelly asaleti var kasli kollarimizda. Uffff, su kollarimin ic tarafindaki sarkanlar da olmasa... neyse, belki 60 tekrar yaparsam 8 ayda duzelir (evet, bu kadar umutsuzuz! Ve de bence gercegi carpitiyoruz)


4) Dur bakayim, suradaki kiz kac kilo kaldiriyor? Kac tekrar yapti? Bacaklari ince ama gobegi var, belli, saklamis t-shirt'unun altina... Hem ben zaten o egzersizi yapmiyorum, pek yararli degilmis... Benim biraz baldirlarim kalin ama en azindan ustum orantili...  Abartmiyorum! A-bart-mi-yo-rum!!!!! 100 kisinin onunde sunum yapsam daha az gozle taciz edilirim! Hepimiz boyleyiz, hanimlar arasindaki gizli anlasma! Diger bir hemcinsimize 2 saniyeden az bakmamiza ragmen, aile agacindan genetik yatkinliklarina, maasindan kuafore gitme sikligina kadar dokeriz evelallah! Normalde dikkat etmem boyle seylere, belki bugun basima geldi ondan "Hanim kizim bisey mi vardi pek dikkatli baktin?" diyesim geldi. Hic bu kadar goz ucuyla izlendigimi hissetmemistim! Cok acimasiziz! Cok! 


Ya da sadece kotu bir ruh halindeydi hanim kizimiz, malum pazartesi, haftasonu cok kacirmis, belki yarin yalniz olacak diye sinirli/uzgun/mutsuz... 


Jimlastik salonundaki su kisacik zaman bile insana neler gosteriyor! Iyi ki hanim kizimizla soyunma odasinda karsilasmadim, o zaman gercekten "Yo, waat'z yo problem sis?!" (Turkcesi, "Beri bak hanim, bi' durum mu var?") diyebilirdim. (Diyebilir miydim? Yoksa "salon kadini cizgim" buna el vermez miydi? Ama dikkatinizi cekerim, orada jimlastik salonu kadini cizgime burunup kelebek gibi ucup ari gibi sokabilirdim!)


Haydi hanimlar jimlastige!! Ama onumuze bakiyoruz, sagi solu rahatsiz etmiyoruz. Herkesin vucudu kendine! 

Friday 3 February 2012

Gunun sarkisi

Genelde sabahlari bir yuruyus aktivitesindeyim: Evden metro duragina, metro duragindan ise ve aksamlari da ayni sekilde. Yurumeyi zaten hep sevmisimdir ve elbette ki yuruyuslerimde yanimda "company" yoksa, Ipod'um var. Her sabah bir sarkiya takip gunun sarkisi yaparim. Kafamda sarkinin hikayesini yazarim uygun adim yururken.

Bu sabahin sarkisi Kings of Convenience & Royksopp'dan " I don't know what I can save you from".

Sarkinin sozleri aslinda sabah olay mahali yuruyusune, ise giderkenki "Yapabilirsin Rocky!! Hem de bugun cuma!! Yes you can! Aslansin kaplansin!!!" motivasyonlarina pek uymuyor ama Kings of Convenience'in sag gosterip sol vurma tarzina uyuyor. Royksopp da canim kardesimin bana hediyesidir.

Sarkinin resmi olmayan videosu You Tube'da, sozlerinden bir "kuple" ise:

But I realized that the one you were before,
Had changed into somebody for whom
I wouldn't mind to put the kettle on.


Hikayesi klasik sanirim: Sevmis, ayrilmis insanciklar. Bu insanciklardan biri digerini ariyor taaaa 3 sene sonra, diyor "dertliyim..." ama digeri anlamiyor ve diyor ki " I don't know what I can save you from". Sonra cay iciyorlar.

Happy Friday!




  

Thursday 2 February 2012

Onum, arkam, sagim, solum sobe!


Siz de benim gibi yolda yürürken sağında solunda ve özellikle arkasındakilerden “kıllananlardan misiniz?
Kalabalık veya tenha hiç fark etmez arkamdan birinin yürüdüğünü hissedersem bir irkilirim, “N’ooluyyooo??!!” Hele arkamdaki ayaklarını sürüyor (pejmürde, sorunlu insan alameti), zaman zaman garip sesler çıkarıyor (korkutucu) ve de taammm arkamda yürüyorsa (hafif sağımda/solumda olsa göz ucuyla kontrol edebileceğim ama TAMMM arkamda olursa yapamıyorum) kalp atışlarım hafiften hızlanıyor. “Çantamı mi alıp kaçacak? Uyuşturucu mu kullanır? Bana mi çarpacak? Laf mi atar?”.... evet bunların hepsi fazla huzurlu olmayan bir zekinin urunu ama ne yapayım,  rahatsız oluyorum.

Isten çıktım bugün, insanların yasadığı, normal şehir merkezinde bir yerde çalışıyorum bu arada, eğitim yuvası diyebiliriz bile. Tam yukarıdaki anlattığım gibi ayaklarını yere sürüyen, benim tempomda yürüyen, zaman zaman garip sesler çıkaran biri var arkamda, fark ettim. Tam da arkamda, gölgesini de göremiyorum. Neyse, ben kendi hızımda devam edeyim. 15 dakika böyle devam etti. Ben kendi hızımdan sikildim! Hızlansam “yanlış anlayabilir” diye duşundum (halbuki burada aslında kimse önemsemez) yavaşlasam benim içim daha da geçecek... Ne yapayım, ne yapayım? Tam o sırada “grroaaaarrrr!” diye bir ses duydum! “Hah. Tamam kesin çantamın pesinde!” ( bu arada çantam ne marka ne de fosforlu büyük birsey J, normal basit çanta!)
En sonunda hafiften yavaşlamaya karar verdim; “Ufff hava da soğuk, burnum dondu, kafam zaten  buz kalıbı....aaayyyyyy!!” diye içimden “sakin sakin” söylenirken yanımdan geçip gitmeye karar verdi o insan. Beni o kadar şüphelendiren insan ne çıktı? INSAN! Hem de KADIN CINSI! (evet, biraz “yapılı” idi kendisi) ve de o “groaaarrrr” sesi esneme sesiymiş!

Neden böyle tedirgin oldum, bilmiyorum. Memleketteki şehir efsaneleri yüzünden mi acep?
Evet, irkildim! Öğreniyorum, tanıyorum bu gurbeti, insanlarını.... 

Evvvv-etttt!! Geri dondum!


Evettt!! Dondum! Geri dondum! Dunyanin en sorumsuz “blog sahibisi” olarak ne yuzle blog yaziyorum, ayri bir konu. Ozur dilerim senden Sevgili Mercan Ayakkailar ve London; seni ihmal etitim, affet beni!
N’oldu bu sure icinde?

  • Evlendim, barklandim, evimin kadini, yuvamin diregi rollerini benimsemeye calistim
  • Isler buldum, kaybettim, tekrar buldum.. Evet, global kriz! 
  • Tatile gittim, geldim. Ayvalik: HARIKA!
  • Yedim, ictim, yeni tatlar, mutfaklar, take away ve delivery’ler kesfettim (oldukca Londravari kavramlar bunlar J
  • Misafir agirladim, kendimi hizmet sektorune adadim, bunu karli bir ise donusturmeyi bile dusundum
  • Memlekete gittim, geldim. Ozlediklerimi gordum, hasretlerimi giderdim, gidermeye calistim. Fiziksel olarak beraber olabildiklerimle en guzel zamani gecirmeye calistim, olamadiklarimla da ebedi mekanlarinda sohbet ettim 
  • Kucukkuyu’ya gittim- harika! Kokenlerime dondum. Esmerlikten artik rengi maviye kacmis kanun ustasindan bahcedeki kertenkeleleri yakalayip kocama sunan, onu agina dusurmeye calisan kedi ile tanistim.
  • Saclarimi kestirdim ve boyattim! Neler oluyor bana?!
  • Konserlere gittim, hem de en onden izledim. (gurbetci stayla!)
  • Ingliz ehliyeti aldim! Memleketimin sistemlerine gerek yon gerek anlayis acisindan ters (!) olan bu sistemde sinavlara girdim, oh gectim gitti! Burada araba kullanmayi seviyor muyum? Hayir. Zorunlu olmadikca kullaniyor muyum? Hayir. Ehliyet gerekli miydi? Evet. 
  • Fransizca ogrenmeye basladim ama devamini getiremedim profesyonel zorunluluklar yuzunden. Guzel arkadasliklar baslattim ama kursta, kursa gidemesem de “dinner”, “drink” ve “high tea”larda yoklama verdim. 
  • Bir suru mulakata girdim: Her nabza gore serbet veririm, headhunterlarin dilinden iyi anlar, “mulake ediciler”den hala pek hazzetmem. Acaba ben de birgun "mulake edici" olacak miyim? 
  • Arkadaslarimin guzel haberlerini aldim. Bebecikler katildi aramiza, evlenenler oldu..  Bebekleri sevdim, evlenenler/evlenecek olanlar icin buradan sevindim. 
  • Bu memleketi hafiften seyahat ettim. Guzel memleket, guzel! Ama zaman zaman kendime sormuyor degilim "N'apiyorum burda?!" Nasil geldim buraya ben?

Umarim bundan sonra efendi gibi yazarim, yazamazsam da ben boyleyim. Bir ortalardayim, bir yokum. Hatta ve hatta sahneden cok bomba cikislar yapmamla bilinirim bazi cevrelerde!

Hadi bakalim!